Kur’an-ı Kerim’de “savm” olarak geçen ve Farsça “oruç” denilen bu sözcüğü Komünistler bile eylemlerinde “ölüm orucu” ifadesiyle kullanmaktalar. Hanefilikte eskiden her ne kadar “savm” denilmiş olsa da biz modern Hanefiler “oruç” demeyi tercih etmişiz. Kur’an’da nasıl geçtiyse öyle kullanmıyoruz; çünkü Kur’an’la yani dinle haşir neşir değiliz; dinin kültürüyle haşir neşiriz. Nitekim okullarda “din kültürü” öğretiliyor. Kur’an’da geçen her kelime Arapça olarak hayatımıza girmese de olur; mesela ağaç, gök, deve, incir… gibi. Ama Farsça olan oruç, namaz, peygamber… gibi kelimeleri orijinal Arapça metin olarak kullanmalıydık; savm, salât, nebi ya da resul gibi. “Nebi” ve “resul” kelimeleri bile birbirinden farklı anlamlara geldiği halde biz bunları ayırmadan Farsça “peygamber” kelimesiyle aynı anlamda kullanırsak verilmek istenen mesajdan uzaklaşabiliriz. Hatta Farsçadaki “peygamber” sözcüğü “kâhinlik” vasfını da içerdiğinden ne kadar uygun olduğu da ayrıca tartışılabilir. Çünkü Allah resulünün böyle bir mesleği yoktur. Böylece bir geçiş döneminde bazen bu kelimeleri alışkanlıktan dolayı biz de ağzımızdan ya da kalemimizden kaçırsak bile en azından doğrunun ne olduğunu hatırlatalım istedik…
Aslında “savm” dememiz gereken “oruç” Kur’an’da farz kılınmış, sonra Kur’an dışında da icad edilerek vacib ve nafile çeşitlerine ayrılmıştır. Hanefiler dinen yapılması gerekenleri farz ve vacib şeklinde iki kademeye ayırırken diğer mezheplerde vacib terimi her iki kategoriyi de içerir. Nafile ise farz ve vacib dışındakilerdir. Dinimizde farz olan savm’dan Ramazan savm’ı kastedilir. Kur’an’da adı bile anılmayan oruçlar rivayet ve icaddırlar.
Ne geçiyor Kur’an’da? “Ey imanlılar! Savm, sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz” (1). Âlimlerimiz buradaki “yazıldı” ifadesini “farz kılındı” olarak anlamışlar. Savm’ın mazeret durumunda değişime uğraması âlimlerimizin “farz” deme hususunda isabet ettiklerini gösteriyor. Burada “yazıldı” ifadesi “sorumlu tutuldunuz” anlamındadır. Cümlenin devamında ‘takva’ ifadesinin gelmesinden belli ki savm’ın ana gayesi sağlık, garibanlara empati, şefkat, ilgimizin ve yardımımızın artmasından daha ziyade “takva” olmamızdır. Takva olmadıktan sonra bütün bunların bizim için kıymeti yoktur. Çünkü Allah çok sayıda ayetinde bizi takvanın kurtaracağını buyurmuştur (2); savm’ın değil. Savm farzdır; yani şartlara göre tutulur ya da tutulmaz. Fakat takva emirdir (3); yani şartlar ne olursa olsun takva olmak zorundayız.
“Sayılı günlerdir. Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o takdirde diğer günlerden tamamlanır. Ona zorlukla güç yetirenlerin bir yoksulu doyuracak bir fidye vermesi... Artık kim isteyerek bir hayır yaparsa işte o, kendisi için bir hayırdır. Savm tutmak sizi için daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz” (4). Dikkat edilirse Allah kolaylık sağlıyor ve bir kapı açıyor. Hastalar ve yolcular tutmayabilir. Böylece kazaya kalır ve Ramazan ayından sonra tutarak telafi edilebilir. Eğer sağlığı kronik olarak bozulmuş ve şifaya kavuşacak gibi değilse ona güç yetiremeyenler için Allah bu defa başka bir kapı daha açıyor; yoksulu doyurmasını istiyor. Şartları biraz daha zorlayıp da kişinin parasının olmadığını ve çok fakir olduğunu düşünürsek bundan sonra artık tek çıkış kapısı tövbedir. Bunu da Kur’an’ın genel mesajından anlıyoruz. Fakat belli ki her kapı fazileti gitgide düşürüyor. Çünkü Allah tekrar işi savm’a getirip bunun daha hayırlı olacağını söylüyor. Böylece zenginlerin savm’ı suiistimal ederek empati ve şefkat hissinden uzaklaşmalarının önüne geçiliyor. Bu ayette geçen “yutikunehu” ifadesinin başına cımbızla “la” ekleyip “güç yetiremezler” anlamı verdiler. Ayet, savm’a zorlanarak güç yetirenlerden söz ettiği halde “güç yetiremeyenler” şeklinde anlam verilince hem metne hem mesaja aykırı oldu. Çünkü Allah zorlanana alternatif getirir ama güç yetiremeyeni sorumlu bile tutmaz. Fakirlik ve zaruret söz konusu olduğunda savm’ı zekât ve hacdan ayrı tutmamalı.
“Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici ve beyyineler ve furkan olarak Kur’an, Hüda tarafından onda (Ramazan ayında) indirildi. Artık içinizden kim bu aya şahit olursa o zaman onu savm ederek geçirsin. Ve kim hasta veya yolculukta olursa, o takdirde diğer günlerde tamamlanır…” (5). Ramazan ayında üç gün tutan bazı mezheplerin isabet etmediklerini bu ayetten anlıyoruz. Çünkü bu ayı savm ederek geçirmesi isteniyor. Yine mazeretli olanların bir kolaylık olarak kaza etmelerini istiyor.
“Savm gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı…” diyerek başlayan başka bir ayetin sonu dikkat çekici tamamlanıyor: “…Fecr vaktinde beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye kadar yiyin ve için. Sonrasavm’ı geceye kadar tamamlayın…” (6) diyor ama devamında takva olunsun diye bunun istendiği de anlaşılıyor. Âlimlerimizin bir kısmı sanırım Müslümanlar takva olmadıklarından titizlik gösterip buna dikkat etmezler diye “temkin vakti” uygulaması icat ettiler. Böylece Kur’an’daki bu iplik örneği değerini yitiriyor. Biz bu konuyu açtığımız zaman adam bize diyor ki: “Diyanet yarım saat kırk beş dakika erkenden ezan okutturup işi bitiriyor; ipliğe bakmana gerek yok.” Biz de diyoruz ki Allah zorluk dilemez; bir saat fazla savm etmeni istemez. Ne buyurduysa onu yapmanı ister ve Allah bir öneri getirirse sana icat etmek düşmez. Biz ipe bak diyoruz. Fakat elektrik direklerinden ışık gelmiyor olmalıdır ki anlayasın. Hava kapalı olduğunda ay ışığından yararlanamıyorsan saatlerin hesabını dikkate alarak mesela düne göre ayarlayabilirsin.
Hac ve umre yapanlarla ilgili olarak savm edilmesiyle ilgili bir ayet var (7); ardından hemen yine takva olunması isteniyor. Allah bir mümini yanlışlıkla öldüren mümine yapması gerekenleri sıraladıktan sonra, “…Fakat yapmaya imkân bulamayan kimse ise o takdirde tövbesinin Allah tarafından kabulü için artarda iki ay savm etsin…” (8) buyuruyor. Akdini bozan için “…o takdirde üç gün savm etsin…” (9) buyuruyor. Burada da sıhhatle ilgili bir terbiye söz konusu değil. İhramda iken kasten av hayvanını öldürenler yine gerekenleri sıraladıktan sonra buna denk bir savm isteniyor (10). Hatta bir nebinin savm edip konuşmayacağı bile konu ediliyor (11). Savm eden erkekler ve savm eden kadınlar müjdeleniyor (12). Terbiye maksadıyla bir yerde daha “…iki ay devamlı savm…” ifadesi geçiyor (13).
Kur’an’daki Ramazan ayı da savm da bu kadardan ibarettir. Resulullah da Kur’an’a kendinden bir şey katamayacağına göre (14), geriye Şii ve Sünni kaynaklı hadisler ve kanaatler kalıyor.
Savm sana zarar vermesin; tükettiğin besinlerin vitamin, mineral, protein, karbonhidrat ve yağ oranı dengeli olsun. Bak Kur’an ne diyorsa öyle savm et. Adam gibi... Sadece orucun değil her şeyin Müslümana yakışır olsun. Bir tövbekâr ve takva olarak orucunu tut ve hayatını yaşa. Sahurda ve iftarda yemeğe fazla asılma. Eğer işin çok ağır değilse ve sıhhatin de elveriyorsa, varsın savm sana açlığı ve susuzluğu hissettirsin. Acık! Susa! Savm seni tutsun! Etkilen biraz. Tuttuğu savm’dan bir şey anlamayanlardan olma. Rejim yapar gibi savm etme. Açken garibanları düşün. Susuzken yoksunları düşün. Böylece şefkat ve merhametin tavan yapsın. Böylece cömert ol. Parana kıy. Savm bunun için var ve bu özelliklere takva olmak için senin ihtiyacın var. Bizim orucumuz nasıl? Kaçımızın sofrasında gariban bir misafir bulunuyor? İftarda yiyip içtiklerin siyonizme destek ise açlığın ibadet değildir. En sıradan aç bir Güney Afrikalı bile kendilerine yapılan yardımlarla bizim iftarlarımızdaki çilingir sofrasını kurmuyor. Sahurda az ye ki acıkıp fakirlere empati yapasın. İftarda az ye ki mideni poşet gibi doldurmayasın. Sigarasızlık başa vurunca “oruç başıma vurdu” diyene yazıklar olsun! Savm başa vurmaz vicdana vurur. Savm’ı suçlayıp da iradesizliğini saklama. Gün boyu gözlerine ve sözlerine savm ettirenlere ne mutlu… Bir manada savm insanın kendisini tutmasıdır.
Savm edenler etmeyenlere “Ramazan’da yedin içtin de ne kazandın?” diye sorduğunda bu düşündürmelidir. Fakat savm etmeyenler de edenlere “Ramazan’da yemedin içmedin ama kendini düzeltmediysen ne kazandın?” diye sorarsa bu da düşündürmelidir.
KAYNAKLAR: 1. (Bakara, 183). 2. (Bak. Nur, 52; Nebe, 31). 3. (Bak. Alak, 12). 4. (Bakara, 184). 5. (Bakara, 185). 6. (Bakara, 187). 7. (Bak. Bakara, 196). 8. (Nisa, 92). 9. (Maide, 89). 10. (Bak. Maide, 95). 11. (Bak. Meryem, 26). 12. (Bak. Ahzab, 35). 13. (Bak. Mücadele, 4). 14. (Bak. Hakka, 44).
Yorum yazarak Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bizim Yaka Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.